FAIL (the browser should render some flash content, not this).
 





"Nokta'dan film çıkarıp ödül aldı!"

Filmlerinde ebru, minyatür ve hat gibi geleneksel sanatlarımızdan beslenen yönetmen Derviş Zaim, “Cenneti Beklerken” filmiyle başladığı serinin ikinci filmi Nokta'yla en iyi yönetmen, en iyi müzik ve en iyi ses tasarımı ödüllerini aldı.

Derviş Zaim

Roman da yazan biri olarak, roman yazarlığıyla sinema yazarlığını kendinizde nasıl ayrıştırdınız?

Sinema ve roman, ikisinin farklı kumaşları vardır. Birşey ortaya çıkacağı zaman ne olduğunu söyler. “Ben romanım” ya da “senaryoyum” der. Belki ileride unumu eleyip eleğimi astığımda romanımı rahat rahat yazarım. Ama şimdi enerjim varken film çekeyim diyorum.

Yazarlık piskolojisi bir yönetmeni nasıl besler?

Yardım ettiği tarafları olduğu gibi kelt vurduğu tarafları da var. Yazma sanatının içinde olan bir adam kültür, tarih ve bağlamla ilgili kafa yormaya çalışıyordur. Roman formatı içinde yazmaya çalışmanın filmlerime böyle bir faydası oldu. Bir takım şeylerin ayrımına daha erken varmamı kolaylaştırdı. Öykünün ortaya çıkması, öyküyle karakter arası ilişkiler gibi.

Peki yönetmen olma duygusu insanın hangi duygusunun açılımı?

Her zaman yaptığım filmlerde yeni bir şey öğretmenin peşinde oldum. Bunu sadece bir bilgi olarak algılamamak lazım. Yaptığınız iş sizi damıtabiliyorsa bu çok önemli birşey. Karşılıklı bir ilişki aslında. Yaptığınız iş sizi geliştirir siz de onu geliştirirsiniz. Böyle bir bağımlılık bir aradalık ilişkisi söz konusu. Hayatı daha zengin yaşamak ve yoksulluğumuzu zenginleştirmek için sinema yapıyorum.

HATTATLARI ÖRNEK ALIYORUM

Derviş Zaim filmleri bize görmediğimiz yada ıskaladığımız neyi gösteriyor?

Bu ortalıkta neler olduğunu tespit edip ona göre film yapmak gibi hesapçı bir mekanizma çıkarmak demektir. Ben bu mekanizmadan her şekilde uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü siz hangi boşluğu doldurayım diye iş yapmaya kalkarsanız aslında kendinize uzun dönem için tuzak kurmuş oluyorsunuz. Önemli olan içten gelen şeyin ne olduğunu tespit edip onu yükseltmektir.

O zaman şöyle soralım... İçinizden ne geliyor?

Güç ilişkilerini masaya yatırıyorum aslında. Otantik temsil konusuna kafa yoruyorum. “Bu ülkenin tarihinden ve coğrafyasından kaynaklanan farklı bir ifade biçimi mümkün müdür” meselesinin peşinden koşuyorum. Bunun iki kulvarın üst üste, yan yana veya bir araya gelmesinden oluşan dinamikler olduğu söylenebilir.

Mesela geleneksel sanatlar mı?

Evet. Ortaya çıkan bir takım şeylerin arasında geleneksel sanatlar var. Mesela; Cenneti Beklerken'de minyatür sanatı var. Son filmim Nokta hat sanatınından etkileniyor. Yine Filler ve Çimen'de ebru sanatıydı.

Sanatı sinemaya giydirmek, sinema diline nasıl yansıyor?

Geleneğin bir takım biçimlerini alıp bunları günümüze uyarlayarak yeni yapıtlar üretmeye çalışıyorum. Cenneti Beklerken'de bu metodu uygulayıp özelliklerini etüt ederek, onları günümüzün gerektirdiği bir başka sanat söz konusu olduğunda dönüştürebileceğimi düşündüm. 16.yy. klasik Osmanlı Minyatürü'nü aldım. Nakkaşlar bir olayı nakş ederken zamanları ve mekanları değiştirebiliyorlar. Farklı zamanları bir araya getirebiliyorlar. Hem zaman hem mekan açısından bakıldığında, oynak bir şekilde inşa edilme tavrını “sinema sanatında nasıl kullanabilirim” sorusunu sordum.

Peki ya Nokta filmi?

Onda da aynı metodu kullandım. Bir hat sanatının görme, yazma, uygulama biçimini kullanarak sinema sanatını nasıl zenginleştiririm meselesi üzerine kafa yordum.

Bu sanatların hepsi farklı bir ruhu anlatıyor. Hat sanatı hangi duygunun karşılığı?

Sadece biçim olarak düşünmüyorum tabi. Bu sanatların içeriği de çok önemliydi benim için. Hat sanatının ulvi bir mesajı var. Çağdaş günümüz sinemasının değer üretmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir değer arayışı bu filmde var.

Neden Nokta peki?

Nokta hat sanatının temelidir. Noktayı biliyorsanız hattı da bilirsiniz. Okuduğum kaynaklar bu konuyu böyle algımamı sağladı. Nokta çok derinlikli bir kavram.

Noktadan çıkan bir hat filmi mi?

Öyle söylenebilir. Bu filmin ortaya çıkmasında çok fazla esin kaynağı var kuşkusuz. Endülüslü bir hattatın hikayesi beni çok etkilemişti. Hattat levha yazıyor, sadece bir noktasını unutuyor. Bunu fark ettikten sonra yollara düşüyor. Çok uzak bir yere gidiyor o levhadaki noktayı koyup geri geliyor. Çok hoşuma giden bir hikaye.

Film bu hikayelerden yola çıkarak mı yapıldı?

Filmdeki hikaye tamamen kurmaca bir hattattan etkilenerek yazıldı.

Ama danıştığınız bir hattat olmuştur.

Evet. Mesela; Fuat Başar bu konuda bana çok yardımcı oldu. Filmde görülecek olan yazıyı yazdı. Herhangi bir yanlışa sebep olmaması için çok yardımcı oldu.

Hat diğer sanatlara göre daha derinlikli bir inanç metoforunu içinde barındırır. Siz hattı bir kaligrafi olarak mı görüyorsunuz yoksa sizin için manevi bir boyutu var mı?

Tabi ki sadece biçime indirgemek doğru olmaz ve manevi boyutu çok ağır. Zaten bu tarz etik sorgulamalar filmin içinde de var. Hattatlar çok derin, ince insanlar ve işlerini çok başka bir ahlakla yapıyorlar. Ayrıca çok enteresan karakterleri var. Eşine az rastlanan bir anlayış biçimleri var.

Sizde nasıl bir karşılığı oldu peki?

Hattatların hayat hikayelerini okuduğunuzda hayıflanıyorsunuz. Yaptıkları işi sahiplenme ve ona farklı şekilde yaklaşabilmede gösterdikleri derinlik beni çok etkiledi. Bu anlamda onları kendime örnek alıyorum.

Neyi örnek alıyorsunuz mesela?

Bir hattatın bir noktayı koymak için bu kadar özendiğini görünce, kendi yaptığım işlerde de aynı sabrı ve özeni gösteren bir tavır içinde olmamı sağladı.

GÖREMEDİĞİM RÜYALARIN FİLMİNİ YAPIYORUM

Manevi duyguları güçlü biri misiniz?

Ne yazık ki değilim. Olmayı çok isterdim. Ama ailemde çok fazla inançlı insan var. Benim de onlara her zaman saygım var.

Nokta filminin afişinde 'Allah onları affetsin' ifadesi yer alıyor.

Çünkü film suç, ceza ve vicdan hesabı üçlemesinde yer alıyor. Dolayısıyla o hat çalışması filmin içinde olup bitenleri bir yere taşıyor. Filmdeki en önemli yazıydı. İşlediğimiz bir suçtan nasıl arınabiliriz? O yüzden bu anlamlı bir yazı.

Bu üçleme sanat olarak nasıl devam edecek? Mesela Tezhib olacak mı?

Mimari olarak devam edecek. Osmanlı mimarisinden beslenen bir film olacak.

Filmlerinizde bir rüya teması var. Neden rüya?

Cenneti Beklerken'de olduğu gibi Nokta da rüyadan besleniyor. Mesela; rüyalarının ona söylediği şeylerle Tuz Gölü'nde noktayı arayan bir çocuk var. Estetik olarak rüya hoşuma gidiyor. Filmde bir ya da iki sahnede yer alması çağrıştıracağı farklı boyutlar açısından önemli benim için. Hayatımızın önemli noktalarından biridir rüya.

Hiç etkilendiğiniz bir rüya varmı peki?

Gördüğüm rüyaları hatırlamıyorum. Belkide onun için filmlere koyuyorum.

Tabutta Rövaşata filminde insanı, Filler ve Çimen'de Susurluk ve derin devleti, Çamur'da doğduğunuz Kıbrıs'ı, Cenneti Beklerken'de Osmanlı dönemindeki taht kavgalarını. Bu sizin kendi haritanız mı?

İnsan değişiyor tabi ki. Zaman içinde ciddiye aldığım problemlerin şekli şemali değişti. Filler ve Çimen filmini şimdi yapsaydım öyle yapar mıydım diye sorduğumda cevabı; Tabi ki daha faklılaştığım için “Daha başka bir film çıkardı ortaya” diyordum. Ama artık bu tür sorguları çok ciddiye almıyorum. İyiki de öyle yapılmış diyorum. İnsanın zevkleri ve beğenileri de zamana göre değişmelidir. Her zaman aynı yönetmeni beğeniyorsanız gelişmiyorsunuzdur.

İnsan ödül aldığı zaman daha iyisini yapmalıyım paronayası yaşıyor mu?

Bir defa “yapacağımı yaptım, oldu bitti” derseniz bir daha aynı işi yapamazsınız. Bu işe soyunan insanın çok hazımlı olması gerekiyor. Kaybetmeyi de hazmedeceksiniz kazanmayı da. Eğer bilmiyorsan fazla ileriye gidemezsin. Ödülsüz, seyircisiz kalmanın herkes tarafından itilmenin ne olduğunu bileceksiniz ki daha iyisinin ne olduğunu anlayabilesiniz. İkisini de yaşabildiyseniz ve o imtihanlardan geçebildiyseniz o zaman belli bir çizginin üzerinde daha fazla dans edebilme imkanınız olur.

En iyi yönetmen ödülünü alan biri için çok mütevazı cümleler bunlar.

Bizim sektörde tekerlek çok çabuk döner. Bir adımda yerin bin kat dibine girersin ya da çıkarsın. İnsanın bunların farkında olarak işe devam etmesi ve kendi pusulasının olması gerekiyor. Dışarda olup bitenlerden daha çok kendi içinde ne olup bittiğiyle ilgilenmesi ve karanlıkta, kimsesiz, beş parasız kaldığı zamanlarda ne olduğunu da bilmesi gerekir. Başarınında ne olduğunu bilmesi gerekir. Ancak bu iki çarkın bu tornalardan geçebilen azmi içerisinde olan insan en büyük ödüllere kavuşabilir.

Nedir en büyük ödül?

İstediğini, istediğin koşullar içerisinde, istediğin zamanlarda yapabilme lüksü. Bundan daha büyük ödül yoktur.

Filmlerinizin değerini ödüllerden mi anlıyorsunuz yoksa izleyecilerden mi?

Zaman herşeyin hakemidir. Bugün göklere çıkarılan film on yıl sonra hatırlanmayabilir. Ne filmler vardır ki hiç ödül almazlar ama zaman onların lehine çalışır.

Var mı öyle bir filminiz?

İç pazarda çok itilen filmlerim oldu ama dış pazarda kabul gördüler. Batı beklentilerine uymadığı için itilen filmlerim oldu. Cenneti Beklerken bunlardan birisi. Bunlara fazla kulak asmadan bildiğimiz yolda yürümemiz gerektiğini düşünüyorum. Hepimizi yargılıyacak olan zaman. Bir filmin değerini film eleştirmenleri, ödüller, gelen seyirci sayısı belirlemez, zaman belirler. Eğer o film iyiyse on yıl da geçse seyircisini bulur. Benim de böyle filmlerim oldu ve devam da edecek.

 Beni 'kimler izler' diye kendime soruyorum

 Kendi filmleriniz için öngörüde bulunur musunuz?

O kadar kesim katman izleyici var ki ama bunlar iyi ki var. Artık bir yelere koyabiliyorsunuz filmi ama başka bir yönden nasıl karşılanacağına dair hep soru işaretleri oluyor. Günden güne bu tip projeksiyonları yapmak daha da zorlaşıyor. İzleyici değişiyor çünkü. Dolmuşa bindiğim zaman “Beni kimler izler” diye kendime sorular soruyorum.

Ne cevap alıyorsunuz peki?

Sorularımın yanıtlarının her defasında ne kadar değiştiğini görüyorum. Tesadüfen tanıştığım ilkokul mezunu insanların filmlerimle ilgili yorumları beni olumlu şaşırtabiliyor. Arkadaşım Reha Erdem Tayvanlı önemli bir yönetmenden bahsetmişti. Minimalist bir sinemacı ve uluslararası arenada saygın bir yeri var. Reha “Seyirciyle aran nasıl” diye sormuş. O da “Artık seyircim var” demiş. “Ne kadar” diye sormuş. “Yedi bin kişi” demiş. O kalitede bir insanın yedi bin seyirciden mutlu olması bana enteresan geliyor. Bu kadar seyirciden güç alabiliyor. Bu tip alçak gönüllüklerle yol almamız gerekir.

Ama sinemanın ekonomiye bağlı bir gerçeği de var.

Piyasa,ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik tarih o Tayvan'lı yönetmeninin düşünce biçiminden bizi oldukça uzaklara sürüklüyor bu doğru. Bununda farkında olarak bir denge kurmamız gerektiğini düşünüyorum.

Filmlerinizdeki temayı tek bir 'nokta' ya indirgerseniz ortaya ne çıkar?

Kendi içimde bunu biliyorum ama bunun çok söylenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Elbetteki her filmin merkezinde tek birşey var ama onun da üreticinin üretkenlik halini etkilememesi için gizli kalması gerekli. Bazı şeylerin mahrem kalması daha iyidir.

Bir yönetmenin çocukluğundan kalan bir yönetmeni var mıdır?

Dört yaşındayken Yılmaz Atadeniz'di. Film siyah beyazdı. Acayip giysiler içinde bir adam kolunu uzatıyor ve duvardaki elektrik düğmesini kapatıyor. Sonra ortalığı dehşete buluyor. Bu küçükken beni çok korkutmuştu. Yıllar sonra kendisiyle tanıştım.

Kaynak: Yeni Şafak

 
 

HatveSanat©  Gizlilik Beyanı Kullanım Şartları
Ana Sayfa   |   HatveSanat   |  Sponsorluk   |   Reklam   |   İletişim